OSMANLI SULTANI ABDÜLHAMİT
OSMANLI SULTANI ABDÜLHAMİT VE DÜNYA
Ulu Hakan Osmanlı Sultanı Abdülhamit
Filistin'den sizlere toprak vermez etmez vatanına ihanet
Selanik'ten gelip Abdülhamit'i tahtından indirip
Osmanlıyı yıkıp İsraili kuran imansız siyonist cellat
Kan gölü oldu ortadoğu ve heryer ayrı rezalet
Ne huzur bıraktınız bu dünyada nede bereket
Sizlerde bilirsinizki tarih tekerrürden ibaret
Merak etmeyiniz sizleride bekliyor aynı akıbet
Ceddim Osmanlı rahat uyusun sandukasında ilelebet
Bu günlerde gelip geçecek Sultanımızın mekanıdır cennet
Kanı dökülen şehitlerimizin hatırına ayaktadır bu memleket
Bayrağımız ezanımız vatanımız emanettir Rabbimize bu devlet
Dağılacaktır mutlak gökteki kara bulutlar Rabbimizdendir medet
Öyle bir nesil gelecekki arkasından gelecek refah ve selamet
Ahirete kalmayacak hesaplar yerine gelecek mutlak yüce Adalet
Osmanlınında müslümanlarında insanlığında yüzü gülecek elbet
ISLAMGREEN34 NEW WORLD
SULTAN ABDÜLHAMİT HAN
http://abdulhamid.site/2-abdulhamid-hakkinda/abdulhamidin-hayati-ve-kisiligi/sultan-ii-abdulhamidin-yasami-ve-kisiligi-1876-1909/
Sultan Abdülmecid ile Tîrimüjgân Kadın Efendi’nin oğlu olan 34. Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 sabahı Eski Çırağan Sarayı’nda doğdu.
11 yaşında annesini veremden kaybetti. Babası Sultan Abdülmecid, çocuğu olmayan gözdesi Piristu Kadın Efendi’yi Şehzadeye analık yapmakla görevlendirdi. Piristu kadın O’na, şehzade Abdülhamid de Piristu Kadın’a her zaman saygıyla davrandı. Tahta çıktıktan sonra O’na Valide Sultanlık rütbesi verdi. Bu durum Osmanlı Devlet tarihinde bir ilkti.
Fiziksel görünüm olarak Sultan Abdülhamid orta boylu, esmerce tenli, Osmanlı padişahlarının karakteristik özelliği olan yüksek bir burun yapısına sahip, koyu kumral saçlı, hafif kıvırcık sakallı idi. Göz rengi yeşil ve mavi arası, bakışları gayet zeki ve hassastı. Sesi tatlı, kalın ve gürdü. Bir şey söylediğinde zevkle dinletirdi. Fikirlerini ve meramını fevkelade bir ifade ve nezaketle anlatırdı. Açık bir tarzda konuşur, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlerdi. Hafızası pek nadir insanda bulunacak kadar kuvvetli idi. Dikkati çekecek tarzda üst düzey bir zekaya sahipti.
Vücutça zinde ve çevik idi. Uyuşukluktan hiç hoşlanmazdı.
Şehzadeliğinde özel hocalardan İslâmi ilimleri, hat, musiki, Arapça, Farsça, siyaset, iktisad, Osmanlı Edebiyatı ve tarih dersleri alan II Abdülhamid, resme ve marangozluğa merakı sebebiyle sanatkarlardan ayrıca marangozluk ve oymacılık öğrendi
19 yaşında babasını da, annesi ve dedesi 2. Mahmut gibi veremden kaybetti. Bu suretle çok genç yaşta anne ve babasından mahrum kalmıştı. Bu durumun O’nun şahsiyetine etki ettiği muhakkaktır. Anne ve babasından yoksun olmasının; O’nun içine kapalı biri olması, sorunlarını kendi başına çözme ve hadiseleri metanetle karşılama yeteneği kazandırdığı söylenebilir.
Babasından sonra amcası Sultan Abdülaziz tahta çıktı. Sıradaki veliaht abisi V. Murat’tı. Bu yüzden padişahlıği kendisine uzak görüyordu.
Abdülhamid, saraydan ayrılarak Maslak’taki köşk, Tarabya’daki yazlık ve Kağıthane’deki çiftlik arasında ailesi ile beraber kendi halinde bir hayat yaşamaya başladı.
Tutumlu, becerikli, akıllı ve çalışkandı. Tarımla uğraşıyor, sarayın kendisine bağladığı 1000 altınlık maaşın 250’sini harcıyor, 750’sini biriktiriyordu. Kazancını dönemin önemli üç bankerinde değerlendiriyordu. Padişah olduğunda dağıttığı 60 bin altın cülüs bahşişini kendi cebinden ödemişti. Tutumluluk özelliği O’nu en zengin Osmanlı padişahı yapmıştı.
Dindar ve çok temizdi. İslamiyet’in emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmakta son derece hassasiyet gösterirdi.
Çok okurdu. Şehzadeliğinde Osmanlı devletinin geçmişine ait çok sayıda kitap okumuştu. Dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklıydı. 5000 kitaptan oluşan polisiye roman kolleksiyonu vardı. Sherlock Holmes’in bütün polisiyelerini Osmanlıca’ya çevirtmişti.
Atlara ve güvercinlere düşkündü. Fırsat buldukça atları ve güvercinleri ile ilgilenirdi
Büyük cüsseli bir kedisi vardı. Ona Ağa adını takmıştı.
Gençliğinde binicilik, atıcılık sporları ile ilgilendi. Çok iyi at binicisi ve iyi bir atıcı olmasına rağmen, padişahlığında bunlara fırsat bulamamıştı.
Aşırılıktan, şatafattan hiç hoşlanmazdı. Bu yüzden hep siyah, gri, lacivert elbise giyer, aynı renkten boyun bağı kullanırdı.
Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız sarayına tiyatro sahnesi yaptırdı. Buraya çeşitli oyun ve operalar getirtir, ailesi ve saray mensupları ile izlerdi. Bazen vermek istediği mesajları, oyunların içine sokuştururdu.
Sultan Abdülhamid, muhafazakar ve müteasıp olmakla birlikte müzikte batı tarzını tercih ederdi. Türk müziğine düşkün değildi. Alaturka gam veriyor, alafranga ile neşeleniyorum derdi. Ancak, bu tercihi Onun Türk müziğini himaye etmesini engellememişti
http://abdulhamid.site/abdulhamid-ve-eserleri/abdulhamid-donemi-icraatlari-eserler-yenilikler-okullar-kurumlar/
Osmanlı padişahı 2 Abdülhamid Dönemi, Cumhuriyet, Cemaat, Meşrutiyet ve batılaşma ikilemleri içindeki dönüm noktalarından birisidir. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi, şartlar çok na müsait idi
Amcası Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat’ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla tahttan indirilerek Çırağan Sarayı’na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876’da padişah ilan edildi.
Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi. 1871’de Âli Paşa’nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş; 1875’te devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek ‘Muharrem Kararnamesi’ ile moratoryum ilan etmiş; Rusya’nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti.
Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu.
Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876’da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi ilan etti.
Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877’de açıldı. BöyleceI. Meşrutiyet dönemi başladı.
Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmasına rağmen egemenliğin esas kaynağı yine padişahtı. Abdülhamid, Kanun-ı Esasî’nin 113. maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak, 1881 yılında Mithat Paşa’yı sürgüne yolladı.
Bu Mithat Paşa, İttihat Terakki ve dolayısıyla Said Nursi efendi konusuna girmeden evvel, 2. Abdulhamid’in padişahlığı dönemindeki icraatlarına bir göz atalım
-
Mülkiye (Siyasal Bilgiler), Fakülte düzeyine getirilerek açıldı
-
Memurlara sicil tutulmaya başlandı
-
Eski Eserler Müzesi açıldı
-
Hukuk Fakültesi açıldı
-
Muhasebat Divanı (Sayıştay) kuruldu
-
Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı
-
Ticaret Fakültesi açıldı
-
Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı
-
Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) açıldı
-
Terkos Suyu hizmete girdi
-
Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı
-
Ziraat Bankası kuruldu
-
Bursa’da İpekhane açıldı
-
Emekli Sandığı kuruldu
-
Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri açıldı
-
Bursa Demiryolu hizmete girdi
-
Aşiret Okulu açıldı
-
Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı
-
Kudüs Demiryolu hizmete girdi
-
Ankara Demiryolu hizmete girdi
-
Kağıt Fabrikası kuruldu
-
Kadıköy Gazhanesi kuruldu
-
Beyrut’ta liman ve rıhtım inşaa edildi
-
Osmanlı Sigorta Şirketi kuruldu
-
Kadıköy Su Tesisatı hizmete girdi
-
Selanik-Manastır Demiryolu hizmete girdi
-
Şam Demiryolu hizmete girdi
-
Eskişehir-Kütahya Demiryolu hizmete girdi
-
Galata Rıhtımı inşa edildi
-
Beyrut Demiryolu hizmete girdi
-
Darülaceze (Kimsesizler yurdu) hizmete girdi
-
Mum Fabrikası kuruldu
-
Afyon-Konya Demiryolu hizmete girdi
-
Sakız Adası’nda Liman ve Rıhtım inşaa edildi
-
İstanbul-Selanik Demiryolu hizmete girdi
-
Tuna Nehri’nde Demirkapı Kanalı açıldı
-
Şam-Halep Demiryolu hizmete girdi
-
Şişli Etfal Hastanesi hizmete girdi
-
Hicaz Telgraf hattı kuruldu
-
Hama Demiryolu hizmete girdi
-
Basra-Hindistan Telgraf hattı Beyoğlu’na bağlandı
-
Hamidiye Suyu hizmete girdi
-
Dünyanın ilk dişçilik okulunu kurdu.
-
Paris’te İslam Külliyesi kurdu.
-
Selanik’te Liman ve Rıhtım inşaa edildi
-
Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı inşaa edildi
-
Sirkeci Garı
-
Haydarpaşa Garı
-
Maden Fakültesi açıldı
-
Şam Tıp Fakültesi açıldı
-
Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı
-
Trablus-Bingazi Telgraf hattı kuruldu
-
Konya Ereğlisi’nde demiryolu hizmete girdi
-
Trablus Telsiz İstasyonu kuruldu
-
Bütün yurtta Telsiz İstasyonları kuruldu
-
Medine Telgraf Hattı kuruldu
-
Şam’da Elektrikli tramvay hizmete girdi
-
Hicaz Demiryolu hizmete girdi. 27 Ağustos’ta İstanbuldan kalkan tren, 3 gün sonra Medine’ye ulaştı
-
Pekin’de Üniversite kurdurdu. (Dar’ul Ulum’il Hamidiye = Hamidiye Üniversitesi)
-
Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderdi ve bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetlerin yaygınlaşmasını sağladı.
-
Kendi el emeği ile kazandığı ve biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis etti.
-
Her yıl 30 bin saksı satın alıp çiçek ektirdi.
-
Döneminde yaptırılan Demiryolları
http://abdulhamid.site/2-abdulhamid-kimdir/2-abdulhamid-kimdir-hayati-onemli-bilgileri/
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu.
-
Saltanatı: 1876-1908
-
Babası: Abdülmecid Han – Annesi: Tir-i Müjgan Sultan
-
Doğumu: 21 Eylül 1842 Vefatı: 10 Şubat 1918
Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han’ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti’nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V. Murat’ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han’ı sultan ilan ettiler.
Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit’te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876’da Birinci Meşrutiyet ilan edildi.
Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan’ın ilk işi Rusya’ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan İstanbul’a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan Abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren Meclis-i Mebusan’ı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastefanos antlaşması ile Osmanlı Devleti Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum’u kaybediyordu. Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs’ın idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin Konferansı’nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahip oldu.
Abdülhamid Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti’ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalade bir kudretle yönetti. Düyun-u Umumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsî parasından olmak üzere cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı.
Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Girit’te isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan’a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı. Yunanistan’ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular.
Yahudilerin Filistin’de bir cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı. Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti. Bu toprakların kanla alındığını, asla terk edilemeyeceğini sert bir dille bildirdi. Filistin topraklarının yahudilere satılmaması için gerekli tedbirleri aldı. Doğu Anadolu’da Ermeni hareketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi temin ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.
Sultan Abdülhamid Han’ı tahttan indirmeden Osmanlı Devleti’ni parçalamanın ve İslam’ı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultan’ı gözden düşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertip ettiler
Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal’ın “Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan” şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazı gafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar.
Bu arada Padişah’ın devlet idaresinde nüfuzunu kırmak isteyen batılılar, İttihat ve Terakki mensuplarını kışkırtarak 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyeti ilan ettirdiler.
Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vakası sebebiyle İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik’e gönderildi (27 Nisan 1909). 10 Şubat 1918’de Beylerbeyi Sarayı’nda vefat eden Abdülhamid Han’ın naşı Çemberlitaş’ta dedesi Sultan II. Mahmut’un türbesindedir.
II. Abdülhamit Han’ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akıl ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatılmaktadır. Onun tahttan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçünün elden çıkması, memleketi 33 yıl nasıl idare ettiğine en açık delildir. Yine Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen Ortadoğu’da hala huzur tesis edilememiş olup, Arap alemi siyonizmin oyuncağı haline gelmiştir.
Vaktiyle İttihat ve Terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han’a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif pişmanlıklarını aşağıdaki şiirliri ile dile getirmişlerdir.
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasî Padişahına.
( Rıza Tevfik )
——————————————————-
Padişahım gelmemişken ya da biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz
( Süleyman Nazif )
ABDÜLHAMİT İLE İLGİLİ YANLIŞ BİLİNEN 10 GERÇEK
https://www.ahaber.com.tr/galeri/yasam/abdulhamid-han-hakkinda-yanlis-bilinen-10-sey
1. Kızıl Sultandı
Bu iddia, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi de, Abdülhamid'in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid'in kan dökücü bir padişah olduğu propagandası başlatıldı. İşte "Kızıl", yani kan döken Sultan lakabı bu sırada asıldı boynuna. Hadi Ermenilerin böyle demesini anladık; iyi ama bir tekini bile idam ettirmemiş olan Abdülhamid'e Jön Türkler neden "Kızıl Sultan" dediler? 1915'te yüzbinlerce Ermeni'yi tehcir ettirecek olanlar, 25 yıl önce Ermeni propaganda ordusunun neferleri olmakta sakınca görmemişlerdi
.2. Meşrutiyet düşmanıydı
93 Harbi'nde Osmanlı topraklarının üçte biri kaybedilmişti. Bu çapta bir toprak kaybı karşısında meclisteki farklı milliyetlere mensup üyeler paniğe kapılmış, her biri kendi milletinin topraklarını kurtarma telaşına düşmüştü. Birleştirici olacağı ümidiyle kurulan meclis, tam tersine bölücü bir meclis olmuştu. İki seçenek vardı: Ya parçalanmaya seyirci kalmak ama meşrutiyetten taviz vermemek ya da meşrutiyeti askıya almak ama ülkeyi parçalanmaktan kurtarmak. Abdülhamid ikincisini seçti ki, aynı durumda devlet refleksi zaten başkasını yapmasına müsaade etmezdi.
.3.Milleti cahil bıraktı
Bilinenin aksine, Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Sevan Nişanyan'ın hesaplamalarına göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950'li yıllarda ulaşabilmiştir. Mesela 1895'te TC sınırlarına tekabül eden bölgede bine yakın (835) ortaokul ve lise bulunuyorken 1923'te bu sayı 95'e düşmüştür. 1895'teki yüz bine yakın öğrenci sayısı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı yukarı aynı seviyede seyretmektedir (90.356). Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüşdiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı 109'a çıkmıştır. 1877'de İstanbul'da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905'te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır ki, bu, Cumhuriyet döneminde bile kırılamamış bir rekordur.
.4. Denizciliğe düşmandı
Abdülaziz döneminde dünyanın 3. büyük deniz gücü olmuştuk ama bu donanmanın sadece yıllık boya parası bile Denizcilik Bakanlığı'nın bütçesini aşıyordu! Abdülhamid "karacı" idi, kabul. Ama Atatürk de, İnönü de karacı idi. Demek ki, Türkiye'nin etrafı denizlerle çevrili bile olsa böylesine büyük bir deniz gücünü besleyebilecek ekonomik altyapısı mevcut değildi. Savaş gemisi alıp yeniden dışarıya bağımlı kalmaktansa Abdülhamid tercihini kara ve demiryollarından yana kullandı. İttihatçılar da, Atatürk de, İnönü de demiryoluna öncelik vermediler mi?
.5. Keyfî sansür uyguladı
Sansürün elbette savunulacak tarafı yok. Ancak PKK ile mücadele döneminde basının nasıl ağır bir sansür altında çalıştığını unutmadık. Sansür vardı, evet. Fakat siyasi konulara girilmemesi aynı zamanda edebiyatımızın görkemli eserlerinin ortaya çıkması gibi hayırlı bir sonuç da vermemiş midir? Hem Takrir-i Sükûn döneminde uygulanan "cellat sansürü"yle hiç mi hiç kıyaslanamaz Abdülhamid'inki.
.6.Hafiye teşkilatı zararlıydı
Hafiye teşkilatının topluma nefes aldırmadığını iddia edenler, aksi halde ne yapılması gerektiğini de söylemelidirler. Meydanı İngiliz, Rus, Fransız ajanlarına mı bırakmalıydı? Hafiyesiz, ajansız, casussuz bir devlet olur mu? Unutmayalım ki, Fransa'nın İstanbul büyükelçisi, Abdülhamid'in tahta geçtiği yıl sokaklarda Fransız Kralı'nın posterlerinin Ermeni hamalları tarafından satıldığını yazıyordu. Devlet Londra, Paris ve Petersburg'dan yönetiliyor, "Hasta Adam"ın kimin kucağında öleceği tartışılıyordu. Abdülhamid, iktidarın dizginlerine asılabilmek için hafiye teşkilatını kurmak zorundaydı. Elbette suistimaller olmuştur ama yakınlarından biliyoruz ki, Sultan her jurnali okuyor ama mutlaka yazanın adam olma niteliğine göre değerlendirmeye tabi tutuyordu.
.7. Despottu
'İstibdad' kelimesini 'despotizm' diye çevirmek yanlıştır. Hele totalitarizm hiç değil. Kaldı ki, İslam siyaset düşüncesinde "istibdâd" meşru yönetim şekillerindendi. Mesela İbn Haldun 'istibdâd'ı tek adam yönetimi, yani otokrasi anlamında kullanır ve meşru yönetim şekillerinden biri kabul eder. Kaldı ki, önüne gelen idam cezalarını sürekli affeden birinin istibdâdın yetkilerini hangi yönde kullandığını da pekala görmüş oluyoruz.
.8. 31 Mart'ı tertiplemişti
31 Mart isyanında en ufak bir katkısının olmadığı kesin olarak ortaya çıktığı halde asırlık İttihatçı propagandanın etkisi hâlâ sürüyor. İsyanı araştırma komisyonu başkanı Yusuf Kemal [Tengirşenk], 31 Mart'ın Abdülhamid'in eseri olmayıp İttihatçılara karşı yabancı casus şebekeleri ile mürtecilerin teşebbüsleri olduğunu yazmıştır. Rıza Tevfik ise mahkemede şunları söylemiştir: 31 Mart uydurma ihtilali hazırlandığı zaman ben Talat Bey'e beyhude yere kardeş kanı dökülmesinin büyük bir cinayet olduğunu anlattım. Aldığım cevap şu oldu: "Ne yapalım, Cemiyetin paraya ihtiyacı var, bunu da ancak Yıldız Sarayı'nın hazinesi karşılayabilir."
.9. Hamidiye Alayları gereksizdi
Hamidiye Alayları şunlara yaramıştı: 1. Askerlik yapmayan Kürtlerle kolluk kuvveti eksikliği giderildi. 2. Rus istilasına karşı caydırıcı oldu. 3. Kürtler ve konar göçerlerin dış güçlerce kullanılmasına engel oldu. 4. Aşiretlerin yerleşik hayata geçmelerini hızlandırdı. 5. Çocuklar İstanbul'daki Aşiret Mektebi'nde eğitilerek Osmanlılık bilinci edindiler. 6. Aşiret kavgalarının önüne geçildi. 7. Sükûnet sağlanınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun imarına çalışıldı…
.10. Korkaktı
Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bey'in dediği gibi "Abdülhamid'in korkak olduğunu sananlar yanılırlar. Korkak olmak şöyle dursun, tam tersine cesurdu." Dolmabahçe Sarayı'ndaki bir bayramlaşma sırasında deprem olmuş ve tavana asılı 1,5 tonluk bir avize yere düşmüştü. O kargaşalıkta salonda kılı kıpırdamayan tek kişi, Abdülhamid'di. Keza yanı başında bomba patlarken bile metanetini yitirmemiş, öğleden sonra elçilerle mutad görüşmelerini dahi aksatmamıştı. Kızı Ayşe Sultan'a söyledikleri karakterini iyi özetler: "Kalbimde yalnız Allah korkusu vardır. Bir hadise olmadan evvel onu önlemek için telaş ederim. Ama tehlikenin içinde bulunduğumu hissedersem icabında ateşe atılmaktan bile çekinmem." ( Kaynak: Suffagah )
ABDÜLHAMİT HAN SULTAN
https://www.istiklal.com.tr/foto-galeri/ii-abdulhamit-hanin-esi-son-sozlerini-duyunca-irkildi-cunku/62771/2
Osmanlı İmparatorluğu'ndan onlarca padişah gelip geçti ama en çok konuşulan hükümdarlardan biri oldu. İşte Osmanlı'nın ilk ve tek anayasasını düzenleyen II.Abdülhamit'in hayatı hüzünlerle doluydu
21 Eylül 1842´de başlayan hayatı, 10 Şubat 1918´de sona erdi
Cihan Harbi´nde (1914–1918) cephelerden gelen acı haberler karşısında çok üzülen yaşlı hünkâr, her yanı tarih kokan ama merkezî ısıtma sistemine ve diğer saraylardaki gibi ihtişamlı şöminelere sahip olmayan Beylerbeyi Sarayı´nda, mangal ateşiyle ısıtılan bir odada ölümü karşılamak zorunda bırakılmıştı
5 Şubat 1918´de şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru Hüseyin Âtıf Bey´in verdiği ilâçları kullanınca akşama doğru iyileşir gibi oldu
hattâ giyindi ve biraz dolaştı
Devlet erkânı ve İstanbul halkının iştirakiyle toprağa verilen padişahın son günleri ve cenaze merasimi, üzerinde durulması gereken hâdiselerdir. Tam 33 yıl (1876–1909) Devlet-i Âliye´yi idare ettikten sonra 31 Mart Vak´ası ile tahttan indirilen ve İttihatçılar tarafından Selanik´e sürülen 2. Abdülhamid, Balkan Harbi´nin patlak vermesi üzerine İstanbul´a geri getirildi. Hâkân-ı Sâbık, beş yıl boyunca Beylerbeyi Sarayı´nda sıkı gözetim altında yaşadı
Akşam yemeğinde âdeti olduğu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. İştahsızlıktan söz ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten sonra göğsünde bir sancı hissetmeye başlayınca Müşfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmişti
Kardeşi Vahdettin Efendi´nin hususî doktoru Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi´nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber gönderdi. Abdülhamid´i muayene eden doktorun teşhisi 'zatürree' başlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık´ın üşüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu
Bu arada Sultan Reşad ve Enver Paşa´ya vaziyet bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca Abdülhamid, bir de meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey´e kontrol ettirildi. Durumu iyi değildi, sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi
Doktorların tavsiye ettiği ilâçları kullanmasına rağmen, Abdülhamid´in hastalığı ağırlaşıyor ve bir iyileşme belirtisi görülmüyordu
Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid, ihtimal vefat edeceğini hissetmiş olmalı ki, 'Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem.' diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi. Vefat ettiği günün sabahında da banyosunu yaptı
Fakat bir şey dikkatini çekti. Abdülhamid´in sırtı fevkalâde terliyordu. Müşfika Hanım endişe içerisinde, 'Aman efendiciğim çok terliyorsunuz.' deyince Abdülhamid´in dudaklarından, 'Kadın, bu ecel teridir' sözleri döküldü
Bu ifadeler karşısında Müşfika Hanım irkildi
Âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, 'Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim.' deyip Müşfika Hanım´ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaşça yatağına uzandı
Muayene esnasında Şehzade Âbid Efendi´nin mahzun bir hâlde karşısında durduğunu gören Abdülhamid, 'Ağlama oğlum. İyiyim, üzülme.' diyerek onu teskin etti
Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını istedi
Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid´in yanına gelerek elini öptü ve 'Hâkânım hakkını helâl et!' dedi
Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti,
Abdülhamid, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi
Şubat ayıydı ve kelime-i şehadet ile son nefesini verdi
SULTAN ABDÜLHAMİT HAN VE KUDÜS İLE SİYONİZM
http://www.islamiturlar.com/makale-Sultan-2.-Abd%C3%BClhamid-Kud%C3%BCs-ve-Siyonizm-38
Sultan 2. Abdülhamid'in saltanat yıllarında, Avrupa ülkelerinde ve Rusya'da Hristiyan idareler altında zorluklar içinde yaşayan Yahudiler ceddi gibi mültecilere yardım etmeyi şiar edinen bu şefkatli padişahin kontrollü müsaadesi altında Osmanlı topraklarına göç etmişlerdir. Zulüm gören Yahudilerin, asırlar evvel Sultan 2. Beyazıt devrinde olduğu gibi, yine Osmanlı topraklarına sığınmaları oldukça mânidardır. Osmanlı topraklarına yerleşecek Yahudilerin sâdık, vatanperver, padişah ve saltanat için fedakârlık yapacak birer teba olacaklarını, din farklılığına rağmen kat'iyen devlete ihanet etmeyeceklerini, vergilerini düzenli verecekleri ve askerlik yapacaklarını" vaat eden Siyonist liderler, yüklü miktarda paralar teklif ederek Yahudilerin tamamının Filistin'e yerleşmesi için mücadele vermişlerdir. Fakat Sultan Abdülhamid, Yahudi göçünün insanî ve siyasi yönlerini hassasiyetle birbirinden ayırarak buna izin vermemiş; onlara toprak satılmaması için tedbirler almış, hattâ bazı kritik bölgeleri şahsi mülkü hâline getirmiştir. Nüfus dengelerinin altüst olmaması için, Kuzey Irak gibi Filistin bölgesi dışındaki Osmanlı topraklarına yerleşmeleri için kolaylık sağlamıştır. Doğrusu onun Filistin meselesinde ortaya koyduğu hassasiyet,başlı başına bir ve hayranlığı hak etmektedir
29 Ağustos 1897 tarihinde isviçre'nin Basel şehrinde, ömrünü Yahudi dâvâsına adayan Dr. Theodore Herzl liderliğinde toplanan 1 Siyonist Kongresi'nde bir yol haritası çizilmiş ve evvelâ Filistin'de Yahudiler için otonom bir idare tesisi için Osmanlı'dan bir miktar toprak talep edilmesine, sonraki süreçte ise bölgede bir Yahudi devleti kurulmasına karar verilmiştir. Dünya Yahudilerinin bu davaya vereceği destekten emin olarak konuşan Herzl, kuracakları devletin sınırlarını şöyle açıklamıştır: "Kuzey sınırlarımız Kapadokyadaki dağlara, güneyde ise Süveyş Kanalına kadar dayanar. Slogantmız Davud ve Süleyman'in Filistin'i olacaktır. Ben Baselde Yahudi Devletini kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir."